TL’deki ani, hızlı ve yüksek frekanslı değersizleşme süreci, kontrol ufkunun dışına çıkmış, dalgalı kur şokuna dönüşmüştür.
Ekonominin odak noktası, kur hareketlerine çevrilmiş olmakla beraber, Türkiye’nin makro dengesizlikleri döviz piyasalarında yaşananlardan daha da derinlerdedir. Döviz piyasalarındaki TL’nin dış değerinde oluşan yüksek oynaklık bugünden ziyade gelecekte olacakların öncü işaretleridir.
Türkiye’ de kararlı, tek hedefli ve derli toplu bir politika seti henüz oluşturulamadığı için piyasaların volatilitesi daha da karışmaktadır. Yatırımcılar açısından Türkiye’de somutlaşan bir politika tepkisi henüz bulunmamaktadır. Maliye ve para politikalarının etkinliği azalmış durumdadır. Seçimlerden bu yana ekonomi politikalarında politik yön belirsizliği devam etmektedir.
Türkiye’nin dış şoklara karşı var olan çıpaları giderek zayıflamaktadır.
Türkiye ekonomisi açısından yumuşak bir dengelenme olanağı artık azalmıştır: Yaşanan kur şoku nedeniyle, bu aşamadan sonra, stagflasyon veya resesyon hallerinden herhangi birine yol açmadan ekonominin yumuşak iniş olasılığı ve kolay çözüm üretme olanakları azalmıştır. Resesyona veya stagflasyona yol açmadan, enflasyonun ve cari açığın kontrol altına alınması, ekonomik dengesizliklerin toparlanması zorlaşmıştır. Başlamış olan ekonomik yavaşlama, politika yapıcıları tarafından faiz ve döviz bazlı tedbir seçeneklerinden hangisinin ne ölçüde kullanılacağına bağlı olarak derin bir resesyona veya stagflasyona yol açacaktır.
Ekonomik tepkimenin, stagflasyon veya resesyondan hangisine doğru evrileceği, politika yapıcıların tercih edeceği yüksek-orta-düşük-sıfır oranlı faiz ayarlamalarına ve krizin maliyetinin paylaşımına göre şekillenecektir.
Özellikle ABD ile yaşanan kriz başta olmak üzere dış politika alanındaki artan stres ve küresel ekonomik atmosfer, yüksek oranlı ve ani bir faiz artışının ekonomiye sağlayacağı olumlu katkıları engelleyecektir: ABD ile devam eden gerilimli ilişkilerin bir an önce ortadan kalmması halinde yapılacak yüksek tutarlı bir faiz artışı TL’deki değersizleşme sürecini durduracak ve hatta TL nin değer kazanmasına, enflasyonun azalmasına, cari açığın düşürülmesine ve dış finansman ihtiyacının tedarikinde yeni olanakların oluşmasına yol açabilecektir. Ancak, diğer taraftan da yüklü bir faiz artışı dayanıklı tüketim malları üreten sektörü; konut sektörü gibi faize duyarlı ve iç piyasaya odaklı sektörleri olumsuz olarak etkileyecektir. Özellikle konut sektöründe finansal güçlük vakaları artacaktır.
Yüksek oranlı bir faiz artışı, enflasyon ve cari açığın kontrol altına alınmasını kolaylaştıracak bir yöntem olmakla beraber, aynı zamanda da yatırım iştahını, kredi talebini ve toplam talebi daha da azaltacak ve ekonomi genelini uzun süreli bir resesyona sokacaktır.
Faiz oranlarının artırılmaması seçeneğinin tercih edilmesi halinde de TL’deki dalgalı değersizleşme süreci devam edecek, bir yandan firmaların döviz borçlarının çevrilmesi daha da zorlaşacak, diğer yandan da dööviz-fiyat geçişkenliği nedeniyle enflasyon hep canlı kalarak ekonomiyi stagflasyonist bir sıkışmanın içerisine itecektir. Döviz şokunun etkileri, bir faiz artışına gidilmeden ekonomiye yansıtılırsa; firma iflaslarının artması, kredi ve ekonomik daralması, enflasyonun daha da katılaşması, yani stagflasyonist bir ekonomik safhaya evirilmesi kaçınılmaz olacaktır. Ayrıca faiz artışı yapılmaması ve konut sektörü başta olmak üzere faize duyarlı sektörlerin ve yerli üretimin desteklenmesi yönündeki politikaların devam etmesi halinde de enflasyon tamamen kontrolden çıkacaktır.
Merkez bankasının dolaylı ve kaçamak müdahaleleri günlük ve anlık etkilerin dışında uzun vadeli bir işlevsellik taşımamaktadır: Döviz krizinin kontrol altına alınması için Merkez Bankası’nın dolaylı yollardan örtülü faiz artışlarına devam edilmesi halinde de ekonominin bozuk dengelerini pozitif yönde etkileyeceğini beklemek olası değildir.
Kısa vadeli büyümeyi ve mega alt yapı projelerini her ne pahasına olursa olsunn makroekonomik ve finansal istikrarın aleyhine önceliklendirilmesi ekonomiyi iyice yoracaktır.
Ülkelerin dış ticaret işlemlerinde rezerv paraların aracılık fonksiyonunu ve kullanım yaygınlığını yok etmeye yönelik beklenti ve çabalar, ekonomi politikası açısından anlamlı ve işlevsel sonuçlar üretmez: Türkiye açısından yerel para cinsinden uluslararası ticaret önemli bir potansiyele sahip olmakla beraber, bu yolla üçüncü ülkelere ait rezerv paraların kullanımının önüne geçilebileceğini ve önemsiz hale getirilebileceğini beklememek gerekir. TL ile yapılacak dış ticaret önemli bölgesel işbirlikleri yaratabilecek olmasına rağmen, dolar, euro gibi yüksek kalibreli rezerv paraların kullanımını ve önemini azaltacak bir güce ulaşacağını bekleyemeyiz. Yerel paraların aracılığıyla gerçekleşen dış ticaretlerde, ithalat-ihracat farkına tekabül eden kısmın parasal bedeli merkez bankaları tarafından istense dahi yerel paralarla çözülememekte ve rezerv para tedariğini zorunlu kılmaktadır.
Türkiiye’deki ekonomik problemlerin ve sıkışmışlığın çözümüne öncelikle siyasetten başlanılması gerekmektedir. Zira Türkiye’ye karşı yatırımcı algısının bozulma nedeni temel olarak merkezileşmeye çalışan siyasette, tam tersi istikamette ortaya çıkan dağınıklık ve kurumsal zayıflamalardır. Türkiye ekonomisinde yapısal, siyasi ve yargı ile ilgili sorunlar bulunmaktadır. İnsan hakları, mülkiyet hakkı, ifade-basın özgürlüğü, güçler ayrılığı, kamu kurumlarının özerkliği alanlarında uluslararası hukuka ve AB standartlarına tam entegrasyon sağlanması yönünde değişim iradesi gösterilmeden, ekonomik temelli tedbirlerin işlevselliği ve yatırımcı güveni sağlanamayacaktır.
AB ile uyum ve işbirliğine yönelik yapılan reform ağırlıklı açıklamaların umut verici bir açılım başlangıcı olduğu iyimserliği içerisindeyiz.