TCMB Finansal İstikrar Raporu - Kasım ayı raporu yayımlandı.
Finansal İstikrar Raporu'nun genel değerlendirme bölümü aşağıda yer alıyor:
Makrofinansal görünüm 2019 yılı başından itibaren iyileşmeye başlamış, söz konusu eğilim Haziran
ayından itibaren belirginleşmiştir. Finansal İstikrar Raporunun alt bölümlerinde yer alan temel göstergeler
kullanılarak oluşturulan özet gösterime göre, makrofinansal görünüm 2019 yılı üçüncü çeyreğinde kayda
değer iyileşme sergilemiş; hesaplanan endeks tarihsel ortalamanın üzerine çıkmıştır (Grafik I.1, Kutu I.1.II).
Bu gelişmede, küresel koşulların ılımlı desteği, yurt içi makroekonomik dengelenme süreci, finansal
olmayan kesimin borçluluğundaki azalma eğilimi ve banka finansallarındaki olumlu gidişat etkili olmuştur.
Banka kredilerine dair göstergeler ise, 2019 yılı Eylül ayına kadar tarihsel ortalamalarına göre bir miktar
olumsuz seyretmeye devam etmiştir. Ancak, önümüzdeki dönemde kredi büyümesindeki canlanmanın ve
iktisadi faaliyetteki ılımlı toparlanmanın bankacılık sektörü aktif kalitesine olumlu katkı yapması
beklenmektedir. Nitekim, yüksek frekanslı güncel verilere göre, Eylül ayında başlayan kredi büyümesindeki
canlanma banka grupları ve kredi türleri bazında genele yayılarak sürmektedir.
Bir önceki Rapor döneminden bu yana, gelişmiş ülke ve gelişmekte olan ülke (GOÜ) büyüme beklentileri
aşağı yönlü güncellenmiştir. Gelişmiş ülke merkez bankaları, büyüme ve enflasyon görünümündeki
değişimin etkisiyle genişleyici para politikalarına yönelmiştir. Küresel büyümeye ilişkin endişeler, küresel
ticaret politikalarındaki korumacılık eğilimleri ve jeopolitik gelişmeler, küresel iktisadi politika belirsizliğini
artırmaktadır. Küresel borçluluk, özellikle artan reel sektör ve kamu sektörü borçluluğu nedeniyle gelişmiş
ülke ve GOÜ’lerde önemli bir kırılganlık unsuru olmaya devam etmektedir. Bankacılık sektörü sermaye
kârlılıklarının küresel finansal kriz öncesi döneme kıyasla genel olarak düşük seyretmesi bir diğer kırılganlık
unsurudur. Gelişmiş ülke merkez bankaları tarafından uygulanan genişleyici para politikalarının etkisiyle
yataylaşan getiri eğrileri, küresel iktisadi faaliyetteki zayıflık ile aktif kalitesi görünümünün bozulması gibi
ülke ve bankalara özgü koşullar karlılık oranlarındaki bu durum üzerinde etkili olmuştur.
2019 yılı üçüncü çeyreğinde, küresel finansal koşulların ılımlı seyri ile yurt içi enflasyon ve enflasyon
beklentilerindeki düşüş sonucunda Türkiye’nin risk primi ve kur oynaklığı gerilemiştir. Yurt içi iktisadi
faaliyette yılın ilk yarısında temelde net ihracat kaynaklı toparlanma gözlenirken, yılın üçüncü çeyreğinde
toparlanmanın asıl sürükleyicisi tüketim harcamaları olmuştur. Enflasyondaki düşüş eğilimi ve enflasyon
beklentilerindeki iyileşme sonucu faiz oranlarındaki gerileme ve finansal koşullardaki olumlu seyir iktisadi
faaliyeti desteklemektedir. Türkiye, küresel büyüme görünümündeki zayıflamaya karşın, firmaların ihracat
pazarlarını çeşitlendirme esnekliği ile dış ticarette rekabet gücünü korumaktadır. İktisadi faaliyetteki
toparlanma ve kredi faizlerindeki gerileme ile birlikte son aylarda kredi talebinde artış gözlenmiştir. Banka
Kredileri Eğilim Anketi’nden (BKEA) derlenen kredilere ilişkin göstergeler de, 2019 yılı üçüncü çeyreğinde
kredi arz ve talep koşullarında belirgin iyileşme olduğuna işaret etmektedir (Grafik I.2). Kredi
koşullarındaki iyileşmenin iç talebe yansımalarının 2019 yılı dördüncü çeyreğinden itibaren güçlenmesi
beklenmektedir.
Haftalık frekanstaki verilere göre, toplam krediler 2019 yılı Eylül ayından itibaren tarihsel ortalamalarla
uyumlu ve bireysel krediler öncülüğünde artış sergilemektedir (Grafik I.3). İhtiyaç kredileri; ertelenmiş
talebin gerçekleşmesi, artan bankalararası rekabet ve düşen faiz oranları kaynaklı olarak bireysel tarafta
en güçlü artış eğilimine sahip kalem olmuştur. Son dönemde kamu bankaları öncülüğünde başlayan
rekabetçi fiyatlamaların etkisiyle konut kredilerinde kaydedilen canlanma da bireysel kredi artışında
etkilidir. Firma kredilerinde büyük firmalar başta olmak üzere firma ölçeklerinde genele yayılan ılımlı kredi
büyümesi gözlenmektedir. Bu gelişmede büyük firma kredilerinde daha belirgin olmak üzere TL kredi faiz
oranlarındaki gerileme etkili olmuştur (Grafik I.4). Bir önceki Rapor döneminde teşvikli kredilerin etkisiyle
küçük ölçekli firmalar lehine daralan ölçek bazlı TL kredi faiz farkı, tarihsel ortalamasına geri dönmüştür.
2019 yılı Ağustos ayı öncesinde, özel bankaların temkinli duruşunun kredi stoku üzerindeki etkisi kamu
bankalarının kredi piyasasındaki proaktif davranışı ve fiyatlamalarıyla dengelenmiştir. TCMB’nin 19
Ağustos 2019’da ilan ettiği, kredi büyümesi ile ilişkilendirilen yeni TL Zorunlu Karşılık (ZK) uygulaması,
bankacılık sisteminde genele yayılan ve birbirine yakınsayan bir kredi büyümesini teşvik eder özelliklere
sahiptir. Nitekim, Eylül 2019’dan itibaren özel bankalar da kredi piyasasında rekabetçi davranmaya ve
kredi stokunu artırmaya başlamıştır. TL likiditedeki artış, fonlama maliyetlerindeki düşüş ve
makroekonomik verilerdeki olumlu gelişmelerle iyileşen beklentilere ilave olarak, yeni ZK çerçevesinin de
etkisiyle önümüzdeki dönemde bankacılık sisteminde genele yayılan ve ekonomik büyüme öngörüleriyle
uyumlu bir kredi büyümesi gözlenebileceği değerlendirilmektedir.
Hanehalkı borçluluğu düşük seviyelerini korumaktadır. 2019 yılı ilk yarısında GOÜ ortalaması yüzde 42
olan hanehalkı borçluluğunun GSYİH’ye oranı, Türkiye’de yüzde 14 düzeyindedir. 2019 yılı Temmuz ayı
itibarıyla reel sektör borçluluk oranı da yüzde 58 düzeyine gerilemiştir (Grafik I.5). Ekonomide yaşanan
dengelenme sürecinde, cari işlemler açığının kapanması döviz cinsinden ilave borçlanma ihtiyacını
azaltmıştır. 2018 yılı Mayıs ayında Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkında 32 Sayılı Karar’da yapılan
değişikliklerle dövize endeksli kredi (DEK) ve YP kredi kullanımına getirilen kısıtlar, azalan yatırım talebi ve
kur riskinin yönetimine ilişkin artan farkındalıkla YP kredi bakiyesinin daralması sonucu, reel sektörün yurt
içi ve yurt dışı YP finansal borçlarının GSYİH’ye oranı azalmıştır. Reel sektörün TL cinsi borçlarının GSYİH’ye
oranı ise, iktisadi dengelenme sürecinin azaltıcı etkisine karşın, 2019 yılı Mayıs ayında açıklanan İVME
kredi paketinin ve ZK düzenlemesinde yapılan değişikliklerin TL borçlanmayı desteklemesiyle yatay
seyretmiştir.
2019 yılı Eylül ayı itibarıyla tahsili gecikmiş alacak (TGA) oranlarında ve ilavelerinde firma kredileri kaynaklı
artışlar izlenmiş; bankacılık sektörü TGA oranı yüzde 4,9 seviyesine yükselmiştir (Grafik I.6 ve Grafik I.7).
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), yaptığı mali bünye çalışmaları kapsamında bazı
kredilerin 2019 yılı sonuna kadar TGA olarak sınıflandırılmasına yönelik karar almış ve bu kapsamda TGA
oranının yüzde 6,3 seviyesine çıkabileceğini açıklamıştır. Bireysel kredilerde TGA oranı işsizlik oranındaki
yükselişe rağmen geçmiş dönemde alınan makroihtiyati önlemler sonucunda yatay seyrini
sürdürmektedir. İktisadi faaliyetteki toparlanmanın belirginleşmesi ve kredi büyümesinin istikrar
kazanmasıyla önümüzdeki dönemde TGA oranındaki artış eğiliminin yavaşlayacağı ve aktif kalitesi kaynaklı
risklerin sınırlı kalacağı değerlendirilmektedir.
Kısa ve uzun vadeli likidite pozisyonu açısından güçlü yapısını koruyan bankacılık sektöründe, mevcut
Rapor döneminde yurt içi fonlama kaynaklarındaki artış öne çıkmaktadır. Mevduatta gözlenen büyüme
çekirdek yükümlülüklerin fonlamadaki payını artırırken, banka bilançolarının daha istikrarlı bir yapıda
olmasına katkı sağlamaktadır. Son dönemde enflasyon beklentilerindeki iyileşme ve kur oynaklığındaki
azalma ile birlikte mevduat büyümesinin özellikle TL tarafta belirginleşmesi de finansal istikrarı
desteklemektedir. Mevduat dışı yükümlülüklerin yabancı kaynaklar içerisindeki payı sınırlı miktarda
azalarak 2019 yılı Eylül ayı itibarıyla yüzde 38 seviyesine gerilemiştir (Grafik I.8). Yurt içi piyasalarda
gerçekleştirilen tahvil ihraçları ve sermaye benzeri borçlanmalarda son dönemde gözlenen güçlü artış
sonucu yurt içi fonların toplam yabancı kaynaklar içindeki payı artarak yurt dışından temin edilen fonların
yabancı kaynaklara oranını aşmıştır. Bu gelişme, sektörün yurt dışı faiz ve kur seviyelerindeki oynaklıklara
karşı duyarlılığını sınırlamaktadır. Bankaların menkul kıymet ihracı kanalıyla yurt içinden sağladıkları TL
fonlamadaki artış ve ürün çeşitliliği, mevcut Rapor döneminde devam ederken; bu durum yurt içi menkul
kıymet piyasasında finansal derinleşmeye katkı sağlamaktadır (Grafik I.9, Kutu II.2.I). Yurt dışı tarafta ise
azalan finansman ihtiyacının bir sonucu olarak yurt dışı borç çevirme oranındaki ve bakiyesindeki düşüş
sürmektedir.
Bankacılık sektörü kârlılık göstergelerinde bir süredir zayıf seyreden kredi büyümesi ve aktif kalitesi
gelişmeleri nedeniyle gözlenen düşüş, yerini mevcut Rapor döneminde yataylaşan bir seyre bırakmıştır
(Grafik I.10). Sermaye yeterlilik rasyosunda (SYR) son dönemde gözlenen yükselişte ise kredi büyümesinin
zayıf seyri ve bankaların özkaynak yapılarını güçlendirmeleri belirleyici olmuştur (Grafik I.11, Kutu IV.4.I).
BDDK’nın mali bünye çalışmaları kapsamında bazı kredilerin yıl sonuna kadar TGA olarak
sınıflandırılmasına yönelik kararının sektör SYR’sini sınırlı şekilde etkileyebileceği, bununla birlikte sektörün
güçlü sermaye yapısının korunacağı öngörülmektedir.
Özetle, mevcut Rapor döneminde, küresel koşullardaki ılımlı seyir, yurt içi makroekonomik dengelenme,
beklentilerdeki iyileşme, para politikasındaki temkinli duruş, finansal olmayan kesimin borçluluğundaki
azalma eğilimi, TL likiditedeki artış ve banka finansallarındaki olumlu seyir makrofinansal istikrara olumlu
katkı sağlamıştır. Yurt içi fonların ve çekirdek yükümlülüklerin banka finansmanındaki payının artması yurt
dışı oynaklıklara karşı duyarlılığı azaltmaktadır. Finansal kesim aktif kalitesinde sınırlı bozulma izlenmiş
olup; önümüzdeki dönemde, iktisadi faaliyetteki toparlanmanın belirginleşmesi ve kredi büyümesinin
desteğiyle aktif kalitesi kaynaklı risklerin sınırlı kalması beklenmektedir. Bankacılık sistemi, güçlü sermaye
ve likidite yapısı sayesinde risklere karşı dayanıklılığını korumaktadır. İktisadi faaliyete dair genel görünüm
olumlu olmakla birlikte; küresel büyüme görünümü, risk iştahı ve belirsizlik algılamalarında ortaya
çıkabilecek negatif yönlü gerçekleşmeler ile jeopolitik gelişmeler risk faktörleri olarak
değerlendirilmektedir.