Kuruluştan konuya ilişkin yapılan basın açıklaması aşağıda bulunuyor:
Orhan ÖKMEN 'in açıklamaları aşağıdadır.
Fonlama devamlılığının korunması koşuluna bağlı olarak, Türkiye, ekonomik kayıplarını hızlıca telafi edecek mekanizmalara sahiptir: Türkiye'nin yaygın ve çeşitlendirilmiş ekonomisi, kamu borçlanmalarının ılımlı düzeyi ve finansal kurumların göreceli tecrübeli risk yönetim yapıları; artan dış kırılganlıklardan ve politika etkinliklerinde ve kurumsal yönetişim gücünde uzun süredir devam eden kayıplardan oluşan riskleri dengeleyebilecek gücünü hala korumaktadır.
Zayıflama süreci devam etmekle birlikte, 'Ekonomik ve Mali Güç' kriterleri açısından Türkiye hala yatırım yapılabilir seviyededir. Mali gücün yarattığı yük açısından Türkiye dünya ortalamasından çok daha iyi bir durumdadır. Ancak kamunun toplam borç stoku içerisinde yabancı para cinsinden ve enflasyona endeksli borçların payı giderek artması ve bu gibi borçların payının giderek kısa vadeye kayması ve ayrıca kamu-özel sektör ortaklıklarına ilişkin bilanço dışı finansal yükümlülükleri de önemli yer işgal etmeye başlaması Türkiye'nin mali gücünü zayıflatmaya devam etmektedirler.
Türkiye'nin mali/iktisadi güç kriterini zayıflatan faktörlerin telafisi için yapısal reform planlarının devreye alınması için zaman geçmiş değildir: Türkiye'nin iktisadi gücü; büyük ve çeşitlendirilmiş ekonomik yapısı, büyüme potansiyelini destekleyen genç nüfus yapısı tarafından sağlamlaştırılır iken düşük tasarruf oranı, sürekli yüksek enflasyon ve yapısal büyüme kısıtlamaları, ertelenen reformlar ve büyümenin yüksek oynaklığı tarafından da zayıflatılmaktadır.
Türkiye ekonomisi aşırı yüksek kaldıraçlı bir borç yükü içerinde değildir: Türkiye ekonomisi, orta gelirli bir ülke konumunu sürdürmektedir. Nüfusun demografik yapısındaki avantajları devam etmektedir, Toplam borç yükü göreceli yüksek olmakla beraber aşırı yükseklik hali veya aşırı kaldıraç döngüsü söz konusu değildir.
Çok uluslu yapılardan sağlanancak yeterli mali destek eşliğinde, Türkiye ekonomisinin yeniden dengelenme ve sürdürülebilir büyüme süreçlerine girmesi mümkündür: Dünya bankası ve IMF gibi çok uluslu yapılardan sağlanacak yeterli mali destek eşliğinde, güvenilir ve geniş tabanlı bir programla, dış risklerin baskılarını etkisizleştirmek ve ekonomiyi yeniden dengelenme sürecine sokmak mümkündür. Mevcut ekonomik politikaların ekonomiyi daha pozitif bir alana yönlendirme ve sürdürebilme yeterliliği inandırıcılık yönünden gerektiği kadar taraftar bulamadığı ve risklerin yönünün negatif alana doğru kaydığı için Türkiye'nin kısa ve orta vadeli görünümü şu anda negatiftir. Yabancı paraya erişim kısıtlamaları, dar veya geniş kapsamlı kambiyo kontrol önlemleri için popülist fikirler açısından ekonomik ortam uygun hale gelmiştir. Ancak kalıcı hasar bırakacak olan böyle bir önlem piyasa tepkisinin altın kalmaya ve ezilmeye adaydır.
Türkiye'nin politika öngörülebilirliği, politika etkinliği, hukukun üstünlüğü, kurumların ve yönetişim gücü, yatırımcılar nezdinde uzun süreden beri erozyona uğramaya devam etmekte ve spekülatif seviyelere kaymaktadır: Özellikle Merkez bankası başta olmak üzere kilit konumdaki diğer düzenleyici kurumların bağımsızlıklarına ilişkin negatif algılara dayalı nedenlerle kredibilitelerinde oluşan zayıflamalar devam etmektedir.
Finansman ve yabancı yatırımcı tercihleri bakımından dışarıya bağımlılığı nedeniyle Türkiye'nin dış kırılganlık riski yüksek olmakla birlikte, istisnai olarak bu konjonktürde ortaya çıkan düşük talep nedeniyle cari açık seviyelerinin üreteceği riskler azalmış durumdadır.
Özel sektör dış borç çevirim gereksinimlerinin ve maliyetinin yüksekliği, uluslararası rezerv düşüklüğü ve yoğun sermaye çıkışlarının eş zamanlı olarak aynı ana denk gelmesi, genel ekonominin risk algısını ve özellikle likidite riskini artırmaktadır: Merkez bankasının döviz rezerv pozisyonunun ciddi miktarda azaldığı bu konjonktürde, Türkiye ekonomisinin dış refinansman gereksinimlerinin ve maliyetinin yüksekliği dış kırılganlığı çok daha önemli bir risk unsuru haline getirmiştir. Sermaye çıkışlarındaki artış ve rezervlerdeki düşüş matematiksel olarak ödemeler dengesindeki riskliliği biraz daha artırmış ve bu artış süreci devam etmektedir. Türkiye ekonomisinin yapısal özellikleri arasında yer alan, düşük tasarruf oranı, enerji ithalatına bağımlılığı ve ihracatın ithalata bağlılığı, döviz finansmanı yönünden Türkiye ekonomisini oldukça zayıf bir cari denge pozisyonuna sokmaktadır. Yabancı para cinsi dış ödeme yükümlülüklerine göre Türkiye'nin döviz varlıklarının düşük olduğu bu dönemde, pandemi nedeniyle sermaye çıkışlarının artması da riski biraz daha yükseltmektedir.
Kamu likidite riski seviyesi güvenli aralıklarda iken son zamanlarda giderek daha zayıf kategorilere kaymaktadır. Piyasa stresi ve politik belirsizlikler nedeniyle kamu likidite seviyesinin riski artmıştır. İç borç ihaleleri alışılmış yaygınlığını yitirmekte ve çoğunlukla devlet bankaları olmak üzere piyasa yapıcısı kuruluşlar tarafından karşılanmaktadır.
Bankacılık sektörünün, tekrar ekonominin koruyucu tamponları arasına girebilmesi için, kredi, risk, sermaye ve likiditeye ilişkin uluslararası geçerliliği olan yapısal, disipliner, literatürel önlem ve uygulamalar gevşetilmemelidir: Koronavirüs salgınının hızla genişlemesi ve yayılması, küresel ekonomik görünümün kötüleşmesi ve finansal piyasalardaki yüksek stres hali Türkiye ekonomisinin dış koruyucu tamponlarını zayıflatmakta, ekonomiyi durgunluğa ve daralmaya doğru ittirmektedir. Bu kapsamda finansal sektörün kısa vadeli yabancı para cinsinden toptan fonlamaya ve likiditeye ilişkin güven verici varlık kalitesi ve uluslararası likiditeye erişim pozisyonları zayıflamıştır. Düzenleyici standartların gevşetilmesi; şeffaflığı, risk disiplinini ve Basel kriterlerine uyum çabalarını azaltmıştır.
Türkiye'deki salgına karşı uygulanacak paketin 'mali içeriği' ek olarak 'makro-parasal' önlemlerle genişletilmeli, çeşitlendirilmeli ve etkinleştirilmedlir.
Üretim gücünün devamlılığı açısından en büyük tehditler kamu tarafından üretilecek 'makro-parasal' önlemlerle ortadan kaldırılabilir: Pandemi ile oluşan talep düşüşünün dışında, özel sektörün üretim gücünün devamlılığı açısından en büyük tehdit; çalışanlar, tedarikçiler ve fonlayıcı taraflarla ilişkilerin korunamaması ve birikmiş kurumsal tecrübe ve iş bilgilerinin kaybolmasıdır. Bu tehditler, kamu tarafından üretilecek 'makro-parasal' önlemlerle ortadan kaldırılabilir.