Sürdürülen faiz politikası, fiilen döviz talebinin artmasına yol açmasına rağmen, Merkez Bankası tarafından tam aksi yönde liralaşma olarak tarif edilmesi, ciddi bir kafa karışıklığıdır. Yükselmeye devam eden yüksek enflasyona rağmen fonlama faizlerinin %14 seviyesinde ısrarla tutulması, bizzat dövizli borç ve yükümlülüklerin kapatılmasının ya da uzun pozisyona geçilmesinin ana saiki haline gelmiştir.
Türkiye ekonomisinde hem içsel hem de dışsal nedenlerle döviz talebi artmaktadır. Liralaşmaya esas alınan KKM tercihi de esasında tam bir döviz talebidir. Zira düşük faiz hem döviz arzını azaltmakta hem de dövize talebi körüklemektedir. Diğer taraftan küresel düzeyde ortaya çıkan resesyon riski de Türkiye’nin döviz kazanma kapasitesini düşürmektedir.
Faizi ısrarla düşük tutun politika yapımcılarının, yüksek kur ve yüksek enflasyondan şikâyet etme hakları olamaz.
Euro/Dolar paritesinde görülen düşüşün Türkiye ihracat gelirlerinde yaratacağı erime riski ECB ‘nin yakında başlatacağı faiz artışları sayesinde bertaraf edilebilecektir. Ancak küresel resesyon riskinin Türkiye ekonomisinin döviz kazanma olanaklarında yarattığı erime süreci uzun süre kalıcı olacaktır.
Türkiye ekonomisinin konjonktürel iflasına neden olabilecek negatif faiz ve yüksek enflasyon politikasında neden bu kadar ısrar edildiğini anlamak ve kamuoyuna anlatmak fiilen mümkün olmamaktadır. Başarısız ve zararlı olduğu ortaya çıkan bir politika çerçevesine takılıp kalmak mantık dahilinde olamaz.
Türkiye’deki enflasyonun birinci sorumlusu arz ve talep dengesizliğinden ziyade, siyasetin ekonomi dışı paradigması üzerine oturtulan yanlış para politikasındaki anlamsız ısrarıdır. Siyasi otoritenin izni olmadıkça Merkez Bankası yönetiminin kendi inisiyatifiyle faizi yükseltme ve para politikasına bağımsız bir yol verme hakkı uzun süredir ortadan kalkmıştır.
Yüksek CDS primi üç fazlıdır; yüksek enflasyon aşaması, üretimin durması aşaması ve temerrüt aşaması. Türkiye cari durumda yüksek enflasyon aşmasındadır. Aramalı ithalatının durması ve temerrüt aşamalarına geçip geçmeyeceği, faize ilişkin literatürde yeri olmayan paradigmasındaki ısrarında devam edip etmeyeceği belirleyici olacaktır.
Yükselen risk priminin işaret ettiği üzere, Türkiye ekonomisi için döviz rezervlerinin yeterliliğini belirleyen yeni optimum denge seviyesi artık daha da yükselmiştir. Finansal kriz olasılığının ölçümlenmesinde esas alınan para arzının (M2) döviz rezervlerine olan oranının giderek yükselmesi de rezervlerin yetersizliğini ve finansal kriz olasılığının arttığını göstermektedir.
Türkiye ekonomisi için şu ana kadar referans alınan, döviz rezervlerinin üç aylık ithalat ihtiyacını veya bir yıllık dış borç ödemesini karşılayabilme noktaları artık optimum denge olmaktan çıkmış, referans olma özelliği ortadan kaybolmuştur.
Türkiye’nin geri ödeme kapasitesi için derecelendirme metodolojilerinin ima ettiği seviye giderek düşmektedir. Türkiye’nin mevcut geri ödeme kapasitesi hala temerrüt seviyesine inmemekle birlikte, spekülatif seviye içerisinde bir tık daha aşağı düşmüş ve ortalama olarak oldukça yüksek %15 civarında hesaplanmaktadır. Esneklik ve Yapısal İstikrardaki bozulmalar döviz yaratma kapasitesini azaltmış ve yerli paranın dövize dönüşüm gücünü en alt seviyeye indirmiştir.
Türkiye’nin büyümeyi, ihracatı ve istihdamı artırmaya odaklı politikaları, cari konjonktür ve küresel koşullarla örtüşmediği, uygulamaların birçoğu kendi aralarında senkronize olmadığı ve birçok başlıkta literatürle uyuşmadığı için, alınan her önlem ya serbest piyasa kurallarını ya kamu maliyesini ya da her ikisini birlikte bozmaktadır. Bu kapsamda getirilen ihracat bedellerinin Merkez Bankası’na satış zorunluluğu, KKM, kredi kullanımında döviz satma zorunluluğu, rezerv satışları gibi uygulamaya alın bütün sürpriz önlem ve ürünler, kamu maliyesine, döviz rezervlerine, kur seviyelerine, piyasa güvenine ciddi zararlar vermektedir. Türkiye ekonomisindeki negatif seviyeli, zayıf ve riskli rezerv uygulamaları hem Merkez Bankası’nı ve hem de kamu gücünü finansal ve kredibilite riski ile karşı karşıya bırakmış durumdadır.
Kredilerin büyüme hızı ve erişilen finansman kaynaklarının amacına uygun şekilde iktisadi faaliyet ile buluşması amacıyla oluşturulan makroihtiyati politika seti serbest piyasa koşullarını ve piyasa algılarını bozmaktadır.
T.C. Merkez Bankası’nın rezerv yapısında “Sahip olunan şartsız rezervler/Sahip olunmayan şartlı rezervler” rasyosu sıfır veya sınıra yakın konumda şekillendiği için serbest kullanım şartı tam olarak sağlanamamakta ve bu nedenle Türkiye ekonomisinin risk primi hep yüksek seyretmektedir. Zira, Türkiye risk priminin yükselmesinin en önemli sebebi, Merkez Bankası’nın faiz artırmama inadı ve ısrarının döviz kurları üzerinde yarattığı yukarı ivmelenmeyi ve güven kabını durdurmak için yürütülen rezerv satışlarıdır. Halbuki döviz kurları üzerindeki yukarı yönlü eğilim, rezerv satışlarıyla kalıcı olarak ortadan kaldırılamaz ve şu anda olduğu gibi tam tersi bir sonuç ortaya çıkar.
Cari İşlemler dengesinin sürdürülebilir bir noktaya ulaşması için herhangi bir tedbir alma olanağı ve görevi olmayan Merkez Bankası’nın, fiyat istikrarı için, umudunu cari işlemler dengesinin sürdürülebilir seviyelerde kalıcı hale gelmesine bağlaması içi boş ve anlamsız bir hülyadır.
Negatif faiz oranlarının sebep olduğu döviz talebinin kurlar ve enflasyon üzerinde yarattığı tahribata rağmen, Merkez Bankası’nın para politikası kurulu toplantılarında, finansman maliyetlerinin kalıcı olarak gerilemesi yoluyla makroekonomik istikrarın ve finansal istikrarın olumlu etkileneceğini ifade edebilmesi, en iyi niyetli analizle, piyasa gelişmelerine gözlerinin hala kapalı olduğunu göstermektedir.
Uzun süredir politika faizinin, para politikasının temel aracı olmayacağı resmi paradigma olarak benimsendiğine göre, faiz seviyesinin ne olacağına dair her ay şeklen yapılan Para Kurulu toplantılarının da bir an önce ortadan kaldırılması, Merkez Bankası’nı tutanak hazırlama ve uydurma gerekçeler üretme yükünden kurtaracaktır. Ancak bu durumda Türk Lirasını daha önemli ve önemsenen bir para birimi haline getirecek olan faiz faktörüne alternatif yeni buluşların bir an önce yapılması gerekecektir. Şu ana kadar faiz yerine denen ve Liralaşma ismiyle kavramsallaştırılan uygulamaların sürdürülemez olduğu iyice anlaşılınca, faiz ve liralaşma dışında insanlığın henüz keşfedemediği yeni buluşların ekonomi literatürüne kazandırılmasının zamanı gelmiştir.
Bir para biriminin tedavül kabiliyetinden ziyade, “adil değer ölçüsü” olması daha önemli ve anlamlıdır. En doğru adil değer ölçen paralar, Dünya’nın en istikrarlı ve konvertibilitesi en yüksek paralarıdır. Konjonktürel farklılıklara göre, faiz seviyesini en doğru tespit eden ülkelerin paraları Dünya’nın en değerli paraları olmaktadır. Faiz seviyesi doğru tespit edilemeyen ülkelerin paraları da değersizleşmektedir. Merkez Bankası’nın Liralaşma stratejisi TL’nin tedavül kabiliyetine katkı yapmış olsa bile, Türk Lirasına adil değer ölçüm aracı olma gücü kazandıramamıştır. Zira, aynı caddedeki farklı manavlarda domates satış fiyatlarının farklı olması, TL’nin adil değer ölçüsü olmadığını gösteren en bariz örnektir. Adil değer ölçme yeteneği bir paranın namusu ve itibarıdır.
Faiz artırımı yapılmadan, yapısal reformlarla şekillendirilip desteklenmeden ve de en önemlisi kurumsal yapıların bağımsızlığı tekrar güçlendirilmeden içinde bulunulan bu kaotik durumdan çıkış yolu yoktur.
Orhan Ökmen
Başkan
Sesmir Kurumsal ve Finansal Danışmanlık A.Ş
***
Yasal Uyarı
Burada yer alan yatırım bilgi, yorum ve tavsiyeler yatırım danışmanlığı kapsamında değildir.Yatırım danışmanlığı hizmeti ; aracı kurumlar, portföy yönetim şirketleri, mevduat kabul etmeyen bankalar ile müşteri arasında imzalanacak yatırım danışmanlığı sözleşmesi çerçevesinde sunulmaktadır.Burada yer alan yorum ve tavsiyeler, yorum ve tavsiyede bulunanların kişisel görüşlerine dayanmaktadır.Bu görüşler mali durumunuz ile risk ve getiri tercihlerinize uygun olmayabılır.Bu nedenle, sadece burada yer alan bilgilere dayanılarak yatırım kararı verilmesi beklentilerinize uygun sonuçlar doğurmayabilir.